Aysun Paşahan
8 min readMar 22, 2021

İstanbul’un 2. tepesinde gizemli bir taş: Çemberlitaş

“-Nerede oturuyorsunuz? — Çemberlitaş. — Orada ev var mı ki?” Kendimi bildim bileli, bu diyalog hiç değişmedi. Haklılar vesselâm. Onca tarihî yapının yanında bizim evin ne önemi var ki… Hadi, Çemberlitaş’a dâir biraz hasbihâl eyleyelim.

Klasik bir gezi yazısı öncesi duygusal bir giriş yapma güdüsü beni zorluyor. Sanırım bu duyguya teslim oluyorum. Hani biz insanların bir aidiyet duygusu vardır bir kişiye, bir zümreye, bilemedin bir yere. İşte Çemberlitaş ve Sultanahmet de öyle bir yer benim ve ailem için. Öyle ki Malatya’dan buraya yerleşen dedemin mezar taşında bile “Sultanahmetli Hamza Aksoy” yazar. Hâlâ hatırımdadır… “Malatya’dan kalkıp üç imparatorluğa başkent yapmış bu yerde bir karış toprağımız olması önemli bir şey çocuklar” diyerek söze başlayıp mini mini torunlarını Sultanahmet Meydanı’nda gezintiye çıkaran dedem. İlk Sirkeci-Cevizlibağ tramvay hattını işleten babamın, durağa atlayıp kaçak binenleri önlemek üzere çocuk aklımla “Baba, durağın korkuluklarını dikenli tel ile çevirelim, ellerine batsın atlayamasınlar!” önerime “Olur mu hiç kızım, tarihî bir yer burası” deyişi… 1999 depremi sabahı: “Bavulları hazırlayın, Park Otel’e gidiyoruz” dedikten sonra Sultanahmet Parkı’nda bir hıla üzerine oturtup elimize komşumuz da olan Selim Usta’nın ekmek arasındaki köftelerini verişi. Her pazar Topkapı Sarayı’nın açılmasını turistlerle bekleyip koşa koşa sarayın restoranına varıp kahvaltı edişimiz. Ve unutmak istemediğim birçok anı… Hiç şaşmadı. Ne mi? Her sabah biri Çemberlitaş’taki kuşlara yem atıp Allah’tan hayırlı kazançlar isteyerek Mahmutpaşa’ya diğeri ise Çemberlitaş’taki tarihî Vezir Han’da anneme şiirler yazdığı bekar odasından yıllar sonra şirket sahibi olarak terfi ettiği Gedikpaşa’ya doğru rızklarının peşinden gittiler ömürlerini verdikleri bu tılsımlı yarımadada. Ta ki o vakte kadar…

İşte o veya bu sebepten hep kendimi Çemberlitaş’a ait hissetmişimdir. Bazen bin plan yapsam da terk edemiyorum bu efsunlu yeri. Birer birer çevremizdeki binalar yıkılıp otel oluyor. Mutlu olmuyor değilim hani, güzel görünüyor ama bazen de korkuyorum: “Sıra bize de gelir mi?” diye… Ee deprem korkuma ne demeli? Komşumuz, doğma büyüme buralı olan Bora Amca’mla deniz ve Sultanahmet Camii manzaralı balkondan seyre dalarken “Bakın, her yeri yıkıp yeni oteller yapıyorlar. Biz de yıkıp tekrar mı yapsak binayı?” soruma “Kızım, buranın temelini yaparken gördüm ben, her yer yıkılır burası yıkılmaz, korkma” dediğinde bir an aklıma batmaz dedikleri Titanik geldi. “Tövbe Yarabbi, sen koru bizi” deyip çayımı yudumlamaya devam ediyorum.

İşte o veya bu sebepten hep kendimi Çemberlitaş’a ait hissetmişimdir. Bazen bin plan yapsam da terk edemiyorum bu efsunlu yeri. Birer birer çevremizdeki binalar yıkılıp otel oluyor. Mutlu olmuyor değilim hani, güzel görünüyor ama bazen de korkuyorum: “Sıra bize de gelir mi?” diye… Ee deprem korkuma ne demeli? Komşumuz, doğma büyüme buralı olan Bora Amca’mla deniz ve Sultanahmet Camii manzaralı balkondan seyre dalarken “Bakın, her yeri yıkıp yeni oteller yapıyorlar. Biz de yıkıp tekrar mı yapsak binayı?” soruma “Kızım, buranın temelini yaparken gördüm ben, her yer yıkılır burası yıkılmaz, korkma” dediğinde bir an aklıma batmaz dedikleri Titanik geldi. “Tövbe Yarabbi, sen koru bizi” deyip çayımı yudumlamaya devam ediyorum.

Yeniçeriler Caddesi’nde ilk durak: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi

Şimdi Beyazıt’tan mı inmek istersiniz yoksa Sultanahmet’ten mi çıkmak istersiniz iki koca diyar arasında kendine has bir yer olan Çemberlitaş’a? Şahsen bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde sizin için Beyazıt’a arkamı döndüm, Yeniçeriler Caddesi’nden Divanyolu Caddesi’ne doğru başladım yürümeye. İlk durağımız Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi. II. Viyana kuşatmasında başarısız olması sebebiyle Avcı Mehmed olarak da bilenen IV. Mehmed’in idam ettirdiği Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1683’ten önce yapımına başlanılmış. Ölümü üzerine ise oğlu Ali Bey, 1690 yılında Mimar Hamdi’ye tamamlatmış. Günümüzde İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından kullanılan medresenin kapısını araladığınızda Yahya Kemâl’i hissedeceksiniz. Zira medresede yer alan Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi’nde şâirin nüfus cüzdanı, pasaportu, kıyafetleri gibi özel eşyaları, el yazısı notları, kitapları, çeşitli hatıra resimleri, mektup örnekleri, kullandığı yazı masası ve koltuğu ile golf sopalarının sergilendiği bu yeri ziyaret edebilirsiniz. Biliyor musunuz? İstanbul şâiri Yahya Kemal’in sağlığında kitap halinde hiçbir eseri yayımlanmamıştır. Belki çıkışta enstitü tarafından şâirimizin şiir, yazı ve notlarından hazırlanan 12 kitaptan birini de alırsınız.

Çorlulu Ali Paşa Medresesi ve Koca Sinan Paşa Külliyesi

İkinci durağımız, medresenin tam çaprazında meşhur tarihî yapılardan biri olan Çorlulu Ali Paşa Külliyesi. 1707–1709 yılları arasında II. Mustafa’nın damadı ve aynı zamanda III. Ahmet’in sadrazamlarından Çorlulu Ali Paşa tarafından yaptırılan bu yerin iki ayrı girişi var. Tekke olan kısmında şu an halı, kilim, şal ve lamba dükkânları yer alıyor. Medrese bölümünde ise özellikle gençlerin uğrak yeri olan çay ve nargile mekânı bulunuyor. “Yorulmadık, genciz biz de bir çay içeriz” derseniz beş dakikalık bir mola verebilirsiniz.

Akabinde önünüze çıkan diğer bir tarihî yapı ise Koca Sinan Paşa Külliyesi’dir. Osmanlı tarihinin en kudretli sadrazamlarından Sinan Paşa tarafından 1593 yılında mimar Davut Ağa tarafından yapılan külliye; türbe, medrese, sebil ve hazireden meydana gelir. 1594 yılında külliyeye eklenen sekizgen planlı sebil ise şu an Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği tarafından kullanılıyor.

Gümüşçüler ve baharatçılar

Gümüş sever misiniz? “Evet” ise tam yerindesiniz. Sağınızda solunuzda gümüş takıları satan mağazalar göreceksiniz. Mutlaka kesenize uygun bir takıyı anı diye almanızı tavsiye ederim. Aşağıya doğru yürümeye devam edelim. Sırada tarihî Çemberlitaş baharatçıları var. Malum doğal bitki ve baharatlarla tedavilere rağbet edildiği bir devirdeyiz artık. Her türlü baharat, şifalı bitkiler ve kökler, tohumlar, özel karışımlar gibi natürel ürünlerden bir tutam alırsınız artık. Bu arada laf aramızda benim sırrım ise her derde deva muhteşem üçlüde: zencefil, zerdeçal, çörek otu.

Atik Ali Paşa Külliyesi

Çemberlitaş’a varmadan bir külliye daha sizi karşılayacak: Atik Ali Paşa Külliyesi. Sultan II. Beyazıt dönemi sadrazamlarından olan Bosnalı Atik Ali Paşa tarafından 1496 tarihinde inşa edilmiş. Külliyeden günümüze cami, sıbyan mektebi, türbe ve medrese kalabilmiştir. Ayrıca tramvay yolu külliyenin içinden geçtiğinden bir tarafta cami ve sıbyan mektebi yolun diğer tarafında ise bugün Birlik Vakfı İstanbul Şubesi tarafından kullanılan medrese kısmı bulunmaktadır.

Çemberlitaş Sütunu ve Meydanı

Şimdi sıra İstanbul’un yedi tepesinden birinde bulunan sırlarla dolu bir taş olan Çemberlitaş’ta. Şimdilerde taşın sahibi edasıyla orasında burasında konuşlanan güvercinlere yem atıp fotoğraf çektiğimiz taş sütunun tarihi de en az kendisi kadar heybetli.

Bundan yıllar yıllar öncesinde Büyük Konstantin Roma İmparatorluğu’nun merkezini İstanbul’a taşımaya karar verir. Yeni başkentini birçok abideler ve sanat eserleriyle süslemeyi de ihmal etmez. Ama en önemlisini Çemberlitaş’ın bulunduğu meydana kendi adını taşıyan ve senato binalarının da yer aldığı Forum Konstantin’i inşa eder. Bununla da yetinmeyen Konstantin meydanın ortasına her biri üç ton ağırlığında olan dokuz adet çemberi üst üste koyarak bir zafer sütunu meydana getirtir. 328 yılında ise Roma’daki Apollon mabedinden getirilen Apollon Heykeli de elli yedi metre uzunluğundaki sütunun tepesine yerleştirir. Akabindeki yıllarda imparatorluk Hıristiyanlığı kabul edince bu heykelin yerine önce imparatorlardan Julianus sonra ise -bir rivayete göre Julianus’un heykeline yıldırım isabet ettiği için- Thedosius’un heykelleri dikilir. Fırtına nedeniyle Thedosius heykelinin devrilmesinden sonra ise büyük bir haç, sütunun tepesinde yerini alır. Ta ki İstanbul fethedilene dek. 17. yüzyılda çıkan bir yangında ciddi hasar gören sütunun çevresi 1701’de Sultan II. Murat tarafından demir çemberlerle sarılır. Bundan mütevellit zamanla bu sütuna Çemberlitaş, meydanına da Çemberlitaş Meydanı denilir. Görüldüğü üzere alelâde bir taş değil. Dahası kesinleşmese de gerek Osmanlı gerekse Roma ve Bizans kaynaklarında yer alan Hz. İsa’ya ait bazı eşyaların ve çarmıha gerildiği haçın Çemberlitaş’ın altında olduğu rivayet edilen gizemli bir taş da ayrıca. Bu konu bizi aşar. Biz iyisi mi kuşlara yem atıp bir kaç fotoğraf çekelim.

Tam da burada biraz dinlenmek isterseniz size önerim Çemberlitaş adıyla özleşmiş üç mekân: 1584 yılında III. Murat’ın annesi Nur Banu Sultan’ın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından yapılan Çemberlitaş Hamamı, Tarihî Çemberlitaş Muhallebicisi ve Çemberlitaş Sineması. Seçim sizin.

İsminizi hat sanatıyla ölümsüzleştirmek isterseniz, 20 yılı aşkın Çemberlitaş’ta kaligrafi sanatını icra eden Ömer Başdağ ve Muhammed Başdağ’ın Hat Yazı adlı mekânına uğramalısınız. Kendisini sadece “Allah’ı aramak gibi sonu olmayan yani sonsuz bir şey” olarak tanımladığı, mistik ve bir o kadar da sabır ve gönül işi olan bu sanata veren Ömer Bey’i seneler önce yaptığım bir röportaj sayesinde tanımıştım. O zaman küçücük bir dükkânda iken şimdi daha büyük bir yere geçmesine ise çok sevindim.

Köprülü Mehmed Paşa Külliyesi

Tam karşısında IV. Mehmed devri sadrazamlarından Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1662’de yaptırılan külliyeyi göreceksiniz. Dershane-mescit, medrese odaları, dükkânlar, çeşme ve sebilden oluşan külliyeye, 1676 yılından önce oğlu Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa tarafından İstanbul’daki ilk bağımsız kütüphane binası özelliğindeki Köprülü Kütüphanesi ve Çemberlitaş Hamamı’nın arkasında kalan Vezir Hanı ilâve edilmiş. Bu arada Köprülü Medresesi, 1984 yılından itibaren Kubbealtı Cemiyeti Kültür ve Sanat Vakfı’nın hizmet binası olarak kullanılıyor. Vakfın yapmış olduğu edebî faaliyetlerden ve verdiği kurslardan haberdar olmak istiyorsanız kapısını aralamanızı tavsiye ederim.

Basın Müzesi

Sultanahmet’e doğru yürümeye devam ediyoruz. Dört katlı Neo-klasik tarzda inşa edilen bina mutlaka dikkatinizi çekecektir. Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1865 yılında yaptırılan kütüphane ve müze olarak faaliyet gösteren Basın Müzesi’nde basın teknolojisinin başlangıçtan bu yana geçirdiği evrime tanık olabilir ve ücretsiz olarak nostaljik bir gezi yapabilirsiniz.

II. Mahmud Türbesi ve Türk Ocağı

Son duraklara yaklaşıyoruz. Sırada II. Mahmud Türbesi var. Asıl türbede Sultan II.Mahmud, Sultan Abdülaziz, Sultan II.Abdülhamid ve onların eşlerine ve çocuklarına ait 18 sanduka bulunuyor. 1839’da Sultan Abdülmecid tarafından babası II. Mahmud için Ebniye-i Hümayun kalfalarından mimar Ohannes ve Bogos Dadyan kardeşlere yaptırılan türbenin yanında bulunan avluda ise 1840–1920 tarihleri arasında görev yapmış olan birçok önemli devlet adamı, yazar ve şâirin mezarı bulunur. Ahmet Fethi Paşa, Hasan Fehmi Bey, Ahmet Samim, Muallim Naci ve Ziya Gökalp bunlardan birkaçıdır. Gerçi şu an türbe ve avlu İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor. İçeriye girmişken avlunun birkaç basamak yukarısındaki Türk Ocağı’nda elma çayınızı yudumlayabilirsiniz.

Basın Müzesi binasının bitişiğinde yer alan “Fatihle Gelenlerden Tez Veren Dede” türbesinin her önünden geçtiğimde ettiğim duayla bitireyim bu sefer de yazımı: “Allah hakkımızda her şeyin en hayırlısını, en güzelini sağlıkla versin.”

Hayat bazen de tatlı tesadüflerden ibarettir

Yıl 2002. Okuldan gelmiş, dış kapıda otomatiğe basmalarını beklerken yaşlı, kasketli bir amcayla sohbete ederken buluyorum kendimi. “- Merhaba, -Merhaba, — Okuldan mı? — Evet, -Hangi bölüm? — Türk Dili ve Edebiyatı, — Biliyor musun? Ben de edebiyat öğretmeniyim. ……” Kapı önünde edebiyata ve sahaflara dair hoş bir sohbet… Yıl 2015. “Bir Nesli Yoğuranlar 8: Osman Akkuşak” programındayım. Konuşmacıların onun hakkındaki konuşmalarını hayranlıkla izliyorum. “Çemberlitaş’ta, Kadırga’da…” diyorlar. Bir anda 2002’deki kapı önündeki sahne gözümün önüne geliyor. Şaşkınlık içinde gidip elini öpüp o anımızı hatırlatıyorum.